22 Kasım 2021 Pazartesi

GÖRDÜN MÜ LEN KAZA YAPACAĞIN YERİ BİLECEN

Üç aylık Yedek Subay Sıhhiye Okulu dönemini bitirip asteğmen olarak omuzlarımıza demiri takmıştık. Okul döneminde suratımıza pek bakmayan kışladaki erat bir anda 302 adet subayı karşısında bulmuştu .Herhalde kendimizi general gibi hissediyor ,subay üniformasıyla erlerin önünden defalarca geçerek bizlere selam vermelerinden çok hoşnut oluyorduk. Bizimkisi çocukluk mu neydi ? bilmiyorum ama tuhaf bir dönemdi, her neyse geçmişte kalan bir anı... Kuralar çekildikten sonra gideceğimiz yerler ve birlikler belli olmuş ,artık onbeş günlük meyil süremizi kullanacağımız evlerimize dönüş vakti gelmişti. Biz Ankara Tıp Fakültesi'nden aynı dönem mezun olmuş 44 sınıf arkadaşıydık. Çoğumuz Ankara'ya dönecektik. Birlikte seyahat edelim düşüncesi ile bir organizasyon yapalım diye düşündük. Derken diğer dönem arkadaşlarımız da bu fikre katıldı ve neredeyse 150 kişinin grup halinde Ankara ve İstanbul'a seyahati için otobüs firmaları ile görüşmeler başladı. Galiba bir bayram öncesine denk gelinmişti. O zamanki en popüler firmalar Ulusoy ,Süzer' de hiçbir yer yoktu. Bırakın 150 kişiyi tek tek bile bilet bulmanın neredeyse imkansız olduğunu anlamıştık. Halbuki zannediyorduk ki, bizim gibi doktor, diş hekimi ve eczacılardan oluşan seçkin bir subay grubunu (!) götürmek için firmalar birbirleri ile yarışacak, adete "lütfen bu onuru bizlere bağışlayın" diye yalvaracaklardı. Bir anda generallikten erliğe düştüğümüz hissine kapılmıştık. Aramızda çeşitli ulaşım yöntemleri tartışılmaya başlandı. Evimize dönemeyeceğimiz düşüncesi ile hafifçe panik başlamış ve çeşitli fikirler uçuşmaya başlamıştı. Bu fikirler arasında beşerli gruplar halinde taksi tutup gitmek ,bulabildiğimiz biletlerle bireysel yolculuk yapmak, İstanbul'a gidecekler için gemi seyahati, ailemi çağırırım gelip beni alır ve hatta otostop yapalım tarzında görüşler dile getiriliyordu. Bu ümitsizlik ve fikir kaosunun sürdüğü esnada bizim organizasyon komitesi sevinçli bir haberle geldi .Samsun Tekkeköy Belediyesi şehir içi taşımacılıkta kullandığı otobüslerden 3 adedini ,adı sanı duyulmamış bir seyahat firması da zamanın en modern otobüsü olan 302 Mercedes'i bize kiralayacağını bildirmişti. Çok sevinmiştik, evlerimize dönebilecektik. Hemen sınıf arkadaşlarımızla birlikte bir plan yaparak bizim gruba 302 Mercedes'i diğerlerine de Belediye otobüslerini tahsis ettik. Öyle ya Okulun en uyanıkları bizdik, otobüsleri de biz bulduğumuza göre en konforlu yolculuğu hak etmiştik. Hareket günü sabah erkende dört otobüs de Sıhhiye Okulu'nun önüne geldi. Ama o da ne Belediye otobüsleri gıcır gıcır ,son model Man otobüsler, bizimki ise dış kaportası 302 Mercedes, içine girdik eski bir Magirus... Aman Allahım ,otobüsün içi kir, pislik ,anlatmak mümkün değil dökülüyor. Herhalde köyler arası taşımacılıkta kullanılıyor. Bir şöför geldi, şöför mü ? At arabası sürücüsü mü ? Belli değil. Adama sorduk "Hani arkadaş otobüs 302 idi". Cevap yeterince açıktı "Beğenmediyseniz binmeyin" Yapacak bir şey yoktu, diğer grup arkadaşların bizi alaya alan tezahüratları altında bindik. Belediye otobüsleri hareket etti neredeyse tozu dumana katarak kısa sürede gözden kayboldu. Bizim kaptan hala arabayı çalıştırmamıştı. Aradan birkaç dakika geçti ,motor kaputundaki açtı muavinle birlikte bir şeyler yaptılar .Sonra tekrar tekrar marşa bastı, netice yok .Bize döndü "Komutanlar, bir omuz verin itelim ,huyu biraz aksidir, ama neticede gider" dedi. Adam sanki eşeğini tarif eden köylü gibi...İndik aşağı ,geçtik koca otobüsün arkasına herhalde bilinen ne kadar söylenmesi gereken laf varsa zikrederek başladık itmeye...Derken koca otobüs birkaç öksürük atağından sonra başladı çalışmaya...Yüzümüz gözümüz egzoz dumanına boğulmuştu. Muavin seslendi "Beyler ,duramayız atlayın". Artık iş eğlenceli bir safhaya dökülmüş, bizler de herhalde gevşemiştik, hem koşuyor,hem de gülerek,çeşitli argo espiriler yaparak otobüse teker teker bindik. Nihayet yola koyulmuştuk. Ben ön sırada Bizim dişçi Kazım'la birlikte oturuyorum. Kaptan bize döndü, "Gördünüz mü komutan, endişe edecek bir şey yok, varırız evelallah " dedi. Gidiyoruz ama çok yavaş ,kilometre saatine baktım ,ibre çalışmıyor. Hadi hayırlısı diye içimden geçirdim. Birkaç saat geçmişti ki yağmur başladı. Kaptan sileceği çalıştırmasıyla şöför tarafındaki silecek koptu, uçtu. Durduk, indik sileceği aramaya başladık, gök yüzü delinmiş üstümüze şelale gibi akıyor. On ,on beş dakika aradıktan sonra gerilerde bir yerlerde bulduk, fakat yerine takılmıyor, yuvası kırılmış. Neyse yavaş yavaş yola revan olduk. Ancak ne mümkün kaptan önünü göremiyor, arada bir yandaki kapı camını açıyor ,yana doğru vücuduyla eğilip kolunu camdan çıkartıyor ve bir bezle silmeye çalışıyor .Nafile gayret yapacak bir şey yok. Buzlu camın arkasından bakar gibi kaptan yolu görmeye çalışıyor , bir yandan da normal çalışan silecek tarafındaki camdan yola bakan muavinle bizim arkadaşların komutları ile yol alıyoruz. Bu şekilde Havza'ya geldik, sanayide bir tamirciye girdik. Yarım saat sonra silecek tamiri bitti, bizdeki şans bu ya yağmur da kesildi. Tekrar yola koyulduk. Normalde bir saatlik yolu üç saatte alabilmiştik. Varsın olsun sileceğimiz artık sağlamdı. Şarkı söyleyip ,fıkra anlatıp, diğer otobüslerdeki arkadaşlarımızla ilgili kurduğumuz planlara rağmen düştüğümüz durumlara gülerken, bir taksi bizi solladı, hemen önümüze geçerken direksiyonu toparlayamayıp sağdan şarampole yuvarlandı. Derhal otobüsü durdurup alayımız birden aşağıya uçarak indik .Taksi takla atmadan aşağıya inip durmuştu. Hemen içindekileri dışarı çıkardık. Hepimizin tıp mensubu olduğunu söyleyerek ilk muayenelerini yaptık. Bereket versin hiçbiri yaralı değildi. İçlerinden biri şaşkınlığını atlattıktan sonra esprili bir tarzda diğerlerine "Gördün mü len kaza yapacağın yeri bilecen, bak bu kadar doktor ayağına geldi" deyince her birimiz kendine uygun üslupla gereken cevabı kazazedelere verdik. Neyse ,şaka bir yana büyük bir badire sıkıntısız atlatılmıştı. İsterlerse bizlerle birlikte gidebileceklerini söyledik. Arkadan arkadaşlarının geldiğini ifade ederek teşekkür ettiler. Tekrar otobüse bindik, yola koyulduk. Akşamüstüne doğru Kırıkkale'ye yaklaşıyorduk, muhtemelen Belediye otobüsündekiler çoktan Ankara'ya gelmişti. Tam bunları düşünüyordum ki güm diye bir patlama sesi duyuldu. Otobüs bir sendeledi ve kaptan direksiyonu güçlükle toplayarak durdurdu. "Ne oldu Kaptan?" diye hep bir ağızdan sorduk. "Lastik patlattık kumandan" diye cevap verdi .Kaptan muavinle birlikte tekeri söktü ,stepteyi takacağı yerde yolun kenarında el kaldırarak beklemeye başladı. "Kaptan ne yapıyorsun stepteyi taksana" dediğimizde "Yok ki" diye cevap aldık. Şaşırmıştık, Kaptan bir araba çevireceğini patlak lastikle Kırıkkale'ye gidip tamir ettirip gelmekten başka çaresi olmadığını söyledi. Artık her şeyi olağan kabul ediyorduk. Sinirlerimiz gevşemiş, reaksiyon kabiliyetimiz bitmişti. Aramızda tartışmalar başlamış ,eve varma inancımızı kaybetmiştik. Çaresiz yolun kenarına oturup beklemeye başladık. Bir süre sonra bir kamyonet durdu .Kaptan ve tekerlek araca yüklendi, gece saat 22.00 sıralarında tamir olmuş bir şekilde geri döndüler. Uzatmayayım o gün gece yarısını geçen bir zamanda Ankara'daki evimize geldim. Maceralı yolculuğumuz 18 saati geçmişti. Buna da şükür sağ salim evime ve aileme kavuşmuştum. Eee etme bulma dünyası ,kazdığımız kuyuya kendimiz düşmüştük. Ağlamaya hakkımız yoktu.

YAKTIN BENİ AHMET

Sıhhiye okulunda son gün aralık 1974'ün sonu kura çekeceğiz , asteğmen olarak yurdumuzun dört bir tarafına dağılacağız. Bir gece evvel rüya gördüm ,Kıbrıs'ı kurada çekmişim, sadece ben değil sınıf arkadaşım Şükrü Melek'te çekmiş, birlikte gidiyoruz. Ertesi sabah rüyamı arkadaşlara anlattım. Kıbrıs'ı kurada çekeceğime inancım sonsuz, bu müjdeli haberi Şükrü'ye de verdim. Rüyamı ciddiye aldı, canının sıkıldığını ifade eder tarzda "Ne Kıbrıs'ı, ben yakında nişanlacağım" diyerek yanından uzaklaştı. Kura günü 127. Dönem , 302 asteğmen adayı Sıhhiye Okulunun salonunda toplandık. Kura heyeti torbada 15 tane Kıbrıs kurası olduğunu söyledikten sonra Numara sıramıza göre kura çekimi başladı. Sıra bana geldiğinde arkadaşlara dönerek "Şimdi Kıbrıs'ı çekiyorum" diyerek elimi torbaya soktum. Yüzlerce minik silindir şeklinde duran kağıtlardan birini torbadan çıkarttım ve kura heyeti başkanı komutanımıza okuması için verdim .Gür sesi ile önce yaka numaramı sonrada gideceğim birliği okudu."13013 tabip asteğmen Ahmet Hatipoğlu, 1. Jandarma Komando Taburu emrine Kıbrıs". Güldüm, o kadar emindim ki şaşırmadım . Kura heyeti dahil bütün salonu biran sessizlik kapladı, sonra bir alkış koptu. Salonda çekilen ilk Kıbrıs kurası idi, Şükrü'ye döndüm ,"Biraz sonra sen de benimle geliyorsun" dedim .Kaderine teslim olmuş bir görünümde idi. Bir süre sonra sırası geldiğinde torbadan kurasını çekti ,aynı gür ses bir kez daha anons etti."13... Şükrü M. .... birliği emrine ,Kıbrıs". Kaderini yönlendirdiğime o kadar inanmıştı ki bana doğru acı acı baktı ve "Yaktın beni Ahmet" dedi.Bir alkış daha koptu. Bizim Şükrü'nün nişanı suya düşmüştü.